Samstag, 26. Mai 2012

Erzak için kan



“Erzak için kan” tarihin en acı hikayelerinden biridir. Yarım milyona yakın Yahudi ve Roman’ın göz göre göre gaz odalarına gönderilmesinin hikayesi.
19 Mayıs 1944 günü İstanbul havaalanına inen Alman uçağının yolcularının arasında Joel Brand adlı Macar Yahudisi biri de vardı. Viyana’da kendisine verilen Eugen Brand adına düzenlenmiş bir Alman pasaportu taşıyordu.
Brand burada Dünya Siyonist Örgütünün başkanı Chaim Weizman ile görüşeceğini düşünüyordu. Oysa görüşeceği kişi İstanbul Yahudilerinin temsilcisi Haim Barlas’tı. Brand kendisini karşılayan kimsenin olmadığını görünce hayal kırıklığına uğramıştı. Vize işlemleri yapılmadığı için Türk polisi onu bir süre gözaltına aldı. Bir süre sonra serbest bırakılan Brand karşısında Haim Barlas’ı gördüğünde büyük bir hayal kırıklığına uğradı.
Brand çok önemli bir görev için İstanbul’a gelmişti. Macaristan’ı işgal eden Nazi Almanyası bu ülkedeki Yahudi cemaatine 10 bin kamyonluk erzak karşılığında ülkedeki Yahudileri ölüm kamplarına göndermemek için anlaşmayı önermişti. Adolf Eichmann bu anlaşma için Brand ile bizzat görüşmüştü. Bir iddiaya göre ikili görüşürken SS teşkilatının lideri Heinrich Himmler de Eichmann’ın arkasında duran subaylar arasındaydı.

Samstag, 19. Mai 2012

Afrinli Süleyman’ın müzelik kafatası



Paris’teki Musée de l’Homme’un koleksiyonun en değerli parçalarından biri 19. yüzyılın başında Güney Amerika’da bulunan kristal kafatasıdır. Bu kafatası dünyanın değişik müzelerinde bulunan benzerlerinin ilk örneklerinden biri olması nedeniyle önem taşır.
Müzenin koleksiyonunda ünlü düşünür René Descartes’in de kafatası da bulunuyor. Alt çene kısmı olmayan kafatasının yanında ünlü Fransız futbolcu Lillian Thuram’ın kafatasının kopyasıyla birlikte sergileniyor. Hemen yanlarında ise 30 bin yıllık bir homo-sapiens kafatası var.
Bu kafataslarının arasında “Intitulé le criminel Soleyman el-Halaby” başlığıyla sergilenen bir başka kafatası dikkat çeker. Bu kafatası Afrin’in Kokan köyünden bir Kürt olan Süleyman’a aittir. 1800 yılında Fransızlar tarafından Kahire’nin merkezinde sağ eli kemiğine kadar yakıldıktan sonra kazığa oturtularak saatlerce can çekiştikten sonra öldürülen Süleyman’ın kafatasının Paris’e gelişinin hikayesi oldukça ilginç.

Freitag, 11. Mai 2012

Talat Paşa suikastında Dêrsim parmağı

                                                             (Tehliriyen; soldan 2.)


1921 yılında Ermeni Soykırımı’nın kilit isimlerinden Talat Paşa, İngiliz istihbaratçı Aubrey Herbert ile Berlin yakınlarında üç gün süren bir dizi görüşme gerçekleştirmişti. Bu görüşmelerde Talat Paşa, son 10 yıldaki Osmanlı politikaları konusunda Herbert’e uzun uzadıya açıklamalarda bulunmuş, soykırımı inkar etmiş ve hatta Turancı hareketi İngiliz çıkarlarına karşı harekete geçirebileceğini söylemişti. 
Ne tuhaftır ki bu söyleşiden 9 gün sonra Talat Paşa, Berlin Hardenberger sokağındaki evinden çıktıktan kısa bir süre sonra Soghomon Tehliriyan tarafından öldürüldü. Tehliriyan, Talat Paşa ile yüzyüze gelmiş ve onu geçtikten kısa bir süre sonra elindeki revolveri kafasının arkasına dayayarak ateşlemişti. 
Tehliriyan suikastı gerçekleştirdiğinde henüz 24 yaşındaydı. Cenevre’den kısa bir süre önce Berlin’e taşınmış ve Talat Paşa’nın evinin tam karşısındaki bir apartmana yerleşmişti. Tehliriyan 1 ayı aşkın bir süre Talat Paşa’yı gözledikten sonra suikastı gerçekleştirdi. 
Tehliriyan davası, Berlin’de iki gün gibi kısa sayılabilecek bir sürede görüldü ve sonuçta sanığın Ermeni Soykırımı sırasında yaşadıkları nedeniyle cinnet geçirdiği ve bu nedenle suçlu sayılamayacağı kararı verildi. 
Talat Paşa suikastı davası da böylece tek bir kişinin işlediği bir cinayet olarak kapatıldı. İngiliz istihbaratının bu suikastlerdeki rolü hiçbir zaman ciddi bir araştırmaya da konu olmadı ama tarihçiler genel olarak Nemesis Operasyonu’nun o yıllarda henüz oluşmaya başlayan Ermeni diasporası ve bir avuç genç Ermeni militanın yeteneklerinin çok ötesinde olduğu konusunda hemfikir. 
***

Nazım’ın açlık grevi



Nazım Hikmet 1950 yılına geldiğinde artık mahpusluk canına tak etmişti. Ömrünün geri kalanını mahpus damlarında geçirme fikri onu kahrediyordu. Cezaevi arkadaşlarının anlattığına göre Nazım’ın aklında bir açlık grevi yapma fikri uzun bir süreden beri vardı.
Şair sonunda özgürlüğü için kendini açlık grevine yatırmaya karar verdi. 30 Mart 1950’de ailesine yazdığı mektupta Nazım Hikmet açlık grevi kararını şu sözlerle açıkladı: „Başka türlü hareket etmek kabil olmadığı için bu kararı verdim. Sizden yalnız bir şeye kayıtsız şartsız inanmanızı istiyorum; bu kararım, herhangi bir yeis, bir yılgınlık, bir korkaklık, bir sabırsızlık neticesi değildi Sabırlı, şuurlu, ümitliyim. Fakat hakkın ve hakikatın ortaya çıkması için meydana hayatımı atmaktan başka imkanım kalmadığına kaniyim.“Ailesi Nazım’ı bu kararından döndürmek için çok uğraştı ama  şair „Millete verdiğim açık istidaya (dilekçeye) canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek 8 Nisan günü açlık grevine başladı. Nazım bundan 52 sene evvel bugün açlık grevinin 13. günündeydi. Nazım Hikmet’in annesi Celile hanım, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat da ona destek için açlık grevine yatmışlardı. Avukatının isteği üzerine açlık grevine kısa bir süre ara veren Nazım, 1 Mayıs’ta yeniden başladığı eylemini 17 Mayıs 1950’de sonlandırdı. Bu kararında Sait Faik, Halide Edip Adıvar, Cahit Sıtkı, Adnan Saygun gibi isimlerin yazdığı mektup etkili olmuştu. Aydınlar Nazım’dan yeni hükümet kurulana kadar eylemini durdurmasını istiyordu. Nazım bu çağrılara kulak verdi ve 15 Temmuz’da çıkan af kanunuyla serbest kaldı. Bu dönemde dönemin Kudret gazetesi Orhan Veli, Anday ve Rıfat’ı hedefe koyarak: „Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış” başlığıyla çıkmıştı. Buna karşı üçlü 15 Mayıs günü Yaprak dergisinde şu sözleri kaleme aldı: „Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti.“ Memleket şairinin açlığına katılmayı bu üç büyük isim bir „şairlik borcu” olarak görüyordu. Orhan Veli, Nazım’ın serbest bırakıldığı sene onun için „Hürriyete Doğru” şiirini kaleme aldıktan sonra öldü. Ünlü şair Nazım’a „Görmüyor musun, her yanda hürriyet  / Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol / Git gidebildiğin yere” diyerek seslenmişti.
***