Sonntag, 26. Juni 2011

Sabah’ın yalanları



Sabah gazetesi bu aralar en favori haber kaynağım. Yoldaş medyadan arkadaşlarımın hemen hemen tümü Sabah’ı “misyon gazetesi” olarak çoktan ilan etmiş olsa da ben eğlenceli bulduğum için her daim okurum.

Sabah’ın iki özelliği çok hoşuma gider. Birincisi okuyucunun sabrını denemeyi seven bir gazetedir. (İnternet sayfasında 45 cümleden oluşan bir haberi 45 tıkla ancak okuyabilirsiniz. Haberin mahreci varsa 46 tık.) İkincisi Kürt meselesi konusunda sallama haberler yapma konusunda müthiş ısrarlı bir muhabir kadroları vardır.

Dün de Alper Sancak diye eblek olduğundan fevkalade şüphe ettiğim bir kişi (ki aslında ben böyle biri olduğunu düşünmüyorum, hiçbir gazeteci böyle bir habere imza atmaz) Dersim’de 2 polisin öldüğü saldırıyla Fırat Haber Ajansında saldırı öncesinde yayınlanan haber ve ona ait bir arşiv fotoğraf arasında bağlantı kurmuş.

Sancak’ın haberine göre ANF’nin Dersim’de gerillaların Kutuderesi bölgesinde yol keserek kimlik kontrolü yaptığını duyurmasının ardından Nazimiye’de polisler devriye gezmeye başlamış. İki polis de bunun sonucunda öldürülmüş.

Demek istiyor ki ANF polisleri tuzağa çekmiş PKKliler de vurmuş öldürmüş.
Ne sinsi plan ama!
Yani 30 sene PKK ile savaştıktan sonra Türk ordusu, polisi böyle bir numarayı yiyorsa helal olsun.
ANF aslında burada bölgede PKK’nin askeri bir faaliyetini duyurmuş. Haberi bir Türk ordu ya da emniyet yetkilisi gözüyle okursan “bu adamlar bu aralar buralarda geziyor ben de önlem alayım” dersin.

Önlem aldığın ya da devriyeye çıktığın zaman da öyle her tarafında “Polis” yazan araçla kırsal kesimde dolaşmazsın.
Kaldi ki Dersim’de polis araçları şehir ya da ilçe merkezi dışında hiçbir zaman tek çıkmaz. Konvoy halinde panzer desteğinde çıkar.
Bu işte başka bir bit yeniği var mı yok mu bilmem ama Sabah’ın normalde “ANF yazdı niye önlem alınmadı” diye bir haber yapması gerekirdi. “Köyde polis ne geziyor?” diye sorması gerekirdi.
Sormaz; soramaz! Çünkü amacı başka; başka bir yere kilitlenmiş.
Bir de pişkinler ki sormayın gitsin.
Geçen haftalarda da Sivas Katliamı ile PKK arasındaki bağlantıyı işaret eden bir haber yapmışlar ve 4 PKK’liyi katliam tezgahı içinde göstermişlerdi. Sonra ne oldu? Bahsettikleri 4 PKK’liden birinin olay tarihinde 12-13 yaşlarında olduğu ortaya çıktı. Yine adları geçen diğer 3 PKKli de olay tarihinde bambaşka yerlerde.

Basın ahlak ve ilkelerinden dem vuracak değilim. Çok boş olur. O ilkeler sadece kağıt üzerinde çok güzel durur.
Benim derdim bari haber yaparken saçmalamasalar.
Her sene Avrupa’da PKK’nin en az 10 kasası ya yakalanıyor, ya paraları alıp kaçıyor ya paraları yediği için örgüt hakkında infaz emri falan çıkarıyor.
Üşenirim oturup sayamam da benim tahminim Türk basınına göre son 5 senede en az 50 kasanın başına bir haller gelmiştir. Herhalde PKK’de sular seller gibi para var. Devlet olsa bu kadar kasanın tasfiyesine dayanmaz!

Merak ediyorum hala Türkler arasında bu haberlere inananlar var mı?
Herhalde var ki bu kadar çok yayınlanıyor, konuşuluyor.
Umutsuz bir durum bu. Ne kadar gerçeği anlatmaya çalışırsan çalış devlerin yalanlarıyla baş etmek zordur.
Ve düşünün bu yalanlarla bir halk yönlendiriliyor bir siyaset besleniyor.
Allah Kürtlere sabır versin... 


(24 Haziran 2011 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanmıştır)

Donnerstag, 23. Juni 2011

Onurlu ve diğer Dersimliler



Bu ayrım da yeni çıktı. Aslında bir süreden beri bir kesim Dersimli devrimciler, yurtseverler arasında tuhaf bir şekilde dillendiriliyordu da 12 Haziran seçimlerinde Blok oyları dibe vurup Ferhat Tunç seçilemeyince artık çok yaygın bir şekilde kullanılıyor.

Bloğa oy verenler onurlu geri kalanlar da ... kelimesini kullanmak bile zoruma gidiyor.
Herşeyden önce seçimi kaybeden bir siyasi parti, grup, blok, ittifak herneyse öncelikle sorumluluğu kendi siyasetinde, yerel örgütünde, kitlelere kendi siyasetini taşıyan organlarında arar. Dersim’i kaybeden Blok yetkilileri de seçimlerden sonra çıkıp biz Alevi siyasetimizi gözden geçireceğiz dedi. Doğru yaklaşım buydu. Ama gel de bizim cennaha bunu anlat. Dersim onurunu koruyamamışmış. Seyit Rıza’ya layık olamamışmış. Hatta katiline, tecavüzcüsüne oy vermiş.

Bunları söyleyen birine Dersim’de siyaset yürütme imkanı kalır mı Allah aşkına? Yani yüzde 70 oy alsan sonra geri kalan yüzde 30’a laf yapıştırsan anlaşılır bir tarafı olur. Ama gelgelelim Dersim’in yüzde 77’si oy Blok’a oy vermemiş. Başını önüne eğip bundan sonra neleri değiştirmen, neleri yenilemen, neyi katıp neyi çıkarman gerektiğini düşüneceksin demek ki. İnsanlara kendi gerçeğini, Dersim için neler öngördüğünü anlatmanın yollarını bulacaksın.

Kaldı ki bakın Blok bu herkesle diyalog yöntemini etkili bir şekilde kullanarak bugün Kürt illerinde olağanüstü bir başarı sağladı. 1990’larda operasyonlarda en önde yer alan birçok korucu aşireti bugün ısrarlı diyalog ve örgütleme çabalarıyla artık Blok saflarında yer alıyor.

Kürt siyasal hareketinin özellikle 1999 sonrasındaki en büyük başarısı nedir derseniz bence budur. Kürtlerin kendi aralarında çatışma potansiyelini düşük ve hatta marjinal bir noktaya çekmek bugünkü siyasal başarının anahtarlarından biridir.

Tabii bu konuda daha alınması gereken çok yol var. Ama bugüne kadar alınan mesafe mutlak bir zafer kazanılmasının mümkün olduğunu gösteriyor.
Yeter ki “beyazlaşılmasın”, önyargılar rehber edinilmesin.
Onur Öymen kafasının nelere muktedir olup olmadığını daha iyi düşünmek lazım. Öyle halkın bir kesimine hele hele ağırlıklı bir kesimine hakaret edip dil uzatarak tek bir Dersimliyi kazanmak mümkün değildir. Aksine kaybedilir.

Özgürlükçü demokrat basın bu tür yorumlar konusunda çok daha hassas olmalı. İnsanların onuru, haysıyeti söz konusu olduğunda hele hele bu durum bir etnik, dinsel ya da yöresel yapısı hedeflediği zaman bu konuda en büyük hassasiyeti bizim göstermemiz lazım. İnsanın onuru en dokunulmaz değerdir.

***

Seçimlerden önce bağımsızların umulandan daha yüksek bir oy oranına ulaşacağını savunmuştum. Daha ne olacaktı diyenler belki olur diye yazayım. Diyarbakır’da Blok 8 vekil de çıkarırdı. Mardin’de 4, Ağrı’da 2 çıkardı. Alın size 40 milletvekili. Bir dolu ilde Blok seçimlere girmemesine rağmen Türkiye genelinde 2,5 milyon oy aldı. 

Şimdiden tahminimi yapıyorum, eğer çok ciddi bir felaket yaşanmazsa BDP 2013 yerel seçimlerinde 150’den fazla Belediyeyi rahatlıkla alır. (200 yazacaktım ama sonra coşmuş bu falan derler diye vazcaydım.) 

***

Seçimler sonrasında benim en çok dikkatimi çeken nokta Recep Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasının selamlama faslıydı. Trablusgarp’tan Kudüs’e Bosna’dan Azerbaycan’a bilimum eski Osmanlı vilayetlerine selam çaktı Erdoğan. Eğer Türkler farkında değilse şunu hemen açıkça söyleyeyim Erdoğan’ın saydığı her yerde Osmanlıcılık havaları alerji yapıyor. Erdoğan bölgesel dış politikada da bu sultan havalarına iyice girerse Türkiye daha çok puan kaybedecek.



(17 Haziran 2011 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanmıştır)

Kürtlüğün kıymet-i harbiyesi



Doğrudur Selahaddin Eyyübi Şam’da ölüm döşeğindeyken, münadilere kefen bezini bir mızrağın ucuna geçirip şunu söyletmişti: “Ey ahali!... Şarkın hakimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir.”

1193 yılında 56 yaşında hayata gözlerini yuman Selahaddin arkasında 1 Mısır dinari ve 36 Nasiri dirhemi miras bıraktı. Tüm serveti bundan ibaretti.

Diyarbakır mitinginde Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Selahaddin’i anlattı kendini izleyen Kürtlere. Resmi açıklamalara göre 3 milyonluk servetin sahibi, oğlu armatör Başbakan’ın kefen hikayesini herkes de şak şak şak alkışladı. Bravo!

Benim takıldığım mesele bu Selahaddin’in etnik kökeni meselesi. Erdoğan Kürtlerin tarihinde yetiştirdiği en büyük lider için “böyle bir liderinin dilinin, etnik kökeninin, mezhebinin bir önemi olabilir mi” ifadelerini kullandı.

Sanki Selahaddin kendisine anadilde eğitim için dilekçe vermiş.

“Selahaddin Eyyübi Kürt’tür” demek bile zor Erdoğan için.

Kaldı ki Kürtlerin en milliyetçileri dahi Selahaddin’e Türklerin Fatih Sultan Mehmet’e yaklaştığı gibi yaklaşmazlar. (Fatih’in anası Fransız Yahudilerinden Hüma Hatun’du. Bugün yaşasa AKP Yahudi kökenli diye ona milletvekili listesinde yer vermezdi) Türklere “Kudüs’ü biz aldık siz götürdünüz İngilizlere verdiniz” diye laf da atmazlar.

Birinin Kürt olmasının neden kıymet-i harbiyesi olmaz da dünyanın öbür ucunda bir şeyler becermiş insanların seceresi karıştırılıp bir yerden Türklüğe rastlandığında kıyamet kopar. Hakkari’de sallanmayan bayrak neden “Türk” bayrağıdır. Neden Türküm, doğruyum, çalışkanımdır?

Etnik köken önemli değilse bu Türklükte, Türkleştirmede ısrar neden?

Türk milliyetçiliğinin baskın asimilasyoncu karakteri temelini Osmanlının dağılma döneminde şekillenmesinden alır. İmparatorluk bünyesindeki azınlıkların teker teker bağımsızlıklarını ilan ettiği Osmanlının parçalandığı bir dönemde ortaya çıkan aydınlar Türk milliyetçiliğini bir bölünme, parçalanma paranoyası altında şekillendirmiş ve Türk ırkının egemen ve tahakküm özelliklerini icat etmiştir. Balkanlarda, Ortadoğu’da, Doğu Cephesinde, Kuzey Afrika’da elindeki tüm toprakları kaybeden Osmanlı’nın son döneminde damgasını vuran ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk kadrolarını oluşturan İttihatçılar bunun tüm hıncını da önce Ermenilerden daha sonra da Kürtlerden çıkarmışlardır. 

Kürtler üzerinde hala yürütülen politikalar bu dönemin izlerini taşıyor. Bir anlamda diğer halklar gibi Osmanlı’dan paçayı sıyıramamış (ya da sıyırmamış) olmanın bedelini ödüyorlar.

İşte bu yüzden hala Türklük önemlidir. Dağa taşa yazılır. Kürtlük ise önemsizdir. Kürtsen Kürtlüğünü unutman lazım, Kürtçeyi unutman lazım.

Gidip aynı şeyi Yozgat’ta söyle bakalım. De ki “Fatih Sultan Mehmet’in etnik kökeninin önemi yoktur.” Hatta abart “Mustafa Kemal’in etnik kökeninin önemi yoktur” de.

Sıkar biraz.

Dünya tarihi için kısa sayılabilecek bir dönemde dini kimliğin etnik kökenin önüne geçtiği olmuştur. Lakin özellikle modern çağda Erdoğan’ın bahsettiği dinin birleştirdiği kavimlere rastlanmaz. Bu söylemin tek örneği Erdoğan’ın sık sık posta koyduğu İsrail devleti olabilir. O kadar.

Kürt seçmeni kendine çekmek için Erdoğan çağımızdaki en demode söylemlerden birini kullanıyor. 2011’i ümmetçi Mehmet Akif yılı ilan etti. Yetmedi Selahaddin Eyyübi’yi Diyarbakır’da diline doladı.

Artık Kürtleri kandırmak için sarıldığı şeylere bakarak şunu söylemek yanlış olmaz herhalde: AKP’de Diyarbakır’da jubilesini yapmış bir partidir.





(3 Haziran 2011 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesine yayınlanmıştır)