Donnerstag, 23. Juni 2011

Kürtlüğün kıymet-i harbiyesi



Doğrudur Selahaddin Eyyübi Şam’da ölüm döşeğindeyken, münadilere kefen bezini bir mızrağın ucuna geçirip şunu söyletmişti: “Ey ahali!... Şarkın hakimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir.”

1193 yılında 56 yaşında hayata gözlerini yuman Selahaddin arkasında 1 Mısır dinari ve 36 Nasiri dirhemi miras bıraktı. Tüm serveti bundan ibaretti.

Diyarbakır mitinginde Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Selahaddin’i anlattı kendini izleyen Kürtlere. Resmi açıklamalara göre 3 milyonluk servetin sahibi, oğlu armatör Başbakan’ın kefen hikayesini herkes de şak şak şak alkışladı. Bravo!

Benim takıldığım mesele bu Selahaddin’in etnik kökeni meselesi. Erdoğan Kürtlerin tarihinde yetiştirdiği en büyük lider için “böyle bir liderinin dilinin, etnik kökeninin, mezhebinin bir önemi olabilir mi” ifadelerini kullandı.

Sanki Selahaddin kendisine anadilde eğitim için dilekçe vermiş.

“Selahaddin Eyyübi Kürt’tür” demek bile zor Erdoğan için.

Kaldı ki Kürtlerin en milliyetçileri dahi Selahaddin’e Türklerin Fatih Sultan Mehmet’e yaklaştığı gibi yaklaşmazlar. (Fatih’in anası Fransız Yahudilerinden Hüma Hatun’du. Bugün yaşasa AKP Yahudi kökenli diye ona milletvekili listesinde yer vermezdi) Türklere “Kudüs’ü biz aldık siz götürdünüz İngilizlere verdiniz” diye laf da atmazlar.

Birinin Kürt olmasının neden kıymet-i harbiyesi olmaz da dünyanın öbür ucunda bir şeyler becermiş insanların seceresi karıştırılıp bir yerden Türklüğe rastlandığında kıyamet kopar. Hakkari’de sallanmayan bayrak neden “Türk” bayrağıdır. Neden Türküm, doğruyum, çalışkanımdır?

Etnik köken önemli değilse bu Türklükte, Türkleştirmede ısrar neden?

Türk milliyetçiliğinin baskın asimilasyoncu karakteri temelini Osmanlının dağılma döneminde şekillenmesinden alır. İmparatorluk bünyesindeki azınlıkların teker teker bağımsızlıklarını ilan ettiği Osmanlının parçalandığı bir dönemde ortaya çıkan aydınlar Türk milliyetçiliğini bir bölünme, parçalanma paranoyası altında şekillendirmiş ve Türk ırkının egemen ve tahakküm özelliklerini icat etmiştir. Balkanlarda, Ortadoğu’da, Doğu Cephesinde, Kuzey Afrika’da elindeki tüm toprakları kaybeden Osmanlı’nın son döneminde damgasını vuran ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk kadrolarını oluşturan İttihatçılar bunun tüm hıncını da önce Ermenilerden daha sonra da Kürtlerden çıkarmışlardır. 

Kürtler üzerinde hala yürütülen politikalar bu dönemin izlerini taşıyor. Bir anlamda diğer halklar gibi Osmanlı’dan paçayı sıyıramamış (ya da sıyırmamış) olmanın bedelini ödüyorlar.

İşte bu yüzden hala Türklük önemlidir. Dağa taşa yazılır. Kürtlük ise önemsizdir. Kürtsen Kürtlüğünü unutman lazım, Kürtçeyi unutman lazım.

Gidip aynı şeyi Yozgat’ta söyle bakalım. De ki “Fatih Sultan Mehmet’in etnik kökeninin önemi yoktur.” Hatta abart “Mustafa Kemal’in etnik kökeninin önemi yoktur” de.

Sıkar biraz.

Dünya tarihi için kısa sayılabilecek bir dönemde dini kimliğin etnik kökenin önüne geçtiği olmuştur. Lakin özellikle modern çağda Erdoğan’ın bahsettiği dinin birleştirdiği kavimlere rastlanmaz. Bu söylemin tek örneği Erdoğan’ın sık sık posta koyduğu İsrail devleti olabilir. O kadar.

Kürt seçmeni kendine çekmek için Erdoğan çağımızdaki en demode söylemlerden birini kullanıyor. 2011’i ümmetçi Mehmet Akif yılı ilan etti. Yetmedi Selahaddin Eyyübi’yi Diyarbakır’da diline doladı.

Artık Kürtleri kandırmak için sarıldığı şeylere bakarak şunu söylemek yanlış olmaz herhalde: AKP’de Diyarbakır’da jubilesini yapmış bir partidir.





(3 Haziran 2011 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesine yayınlanmıştır)



Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen