Samstag, 14. Januar 2012

Nazım Hikmet ve Kürtler

Nazım Hikmet’in Kürtlere, Kürt sorununa, Kürtlerin ayaklanmalarının katliamlarla bastırılmasına karşı sessizliği her zaman tartışma konusu olagelmiştir. Türkçe’nin en büyük şairi, modern Türkiye tarihinin en etkili komünist figürlerinden biri olan Nazım’ın eserleriyle sabit enternasyonalist duyarlılığı neden Kürtler söz konusu olduğunda adeta bir duvar kesilmiş, ünlü şair Kürt katliamlarına karşı sırtını nasıl olup da dönebilmiştir?
Sol cepheyi, Nazım’ı sevenleri çok kızdıran bir tartışmadır bu. Çokça rastlamışızdır Nazım’ın insan sevgisini anlatıp Kürt meselesine karşı duyarsızlığının söz konusu olmadığını ifade edenlere. Nazım’ı eleştiren Kürtler çarçabuk olaya milliyetçi bir perspektiften bakmakla itham edilirler. Lakin nedense kimse “sarı nehre doğru akan ordunun” içindeki Nazım’ın, içinin daussılası Madrid kapısındaki nöbetçinin güzel gözlerindeki Nazım’ın yüzünü neden Kürtlere dönmediğini açıklayamaz. Nazım’ın kalbi dünyanın değişik yerlerinde mücadele veren halklar için atmıştır da yanıbaşındaki Kürtler için atmamış mıdır?

1920’ler ve 30’larda Kürt isyanlarını bir özgürlük girişiminden ziyade feodal Kürt beylerinin iktidarının yıkılması olarak nitelendiren TKP’nin resmi çizgisini Nazım Hikmet’in hayatının hiçbir döneminde aşmadığı genel kabul gören bir iddiadır. Dönemin TKP’si Kürt isyanlarını “emperyalizme karşı Anadolu halklarının kazandığı zaferi” tersine döndürmeye çalışan emperyalizmin bir oyunu olarak değerlendiriyordu. Şeyh Sait isyanının bastırılması hareretle savunuluyor Dersim katliamına da feodal düzenin yıkılması için onay veriliyordu.
Nazım Hikmet bu TKP çizgisinin katıl bir savunucusu falan değildi. Ama 1950'lere kadar çok net bir şekilde de ayrışmadı.
Nazım Hikmet’in 1950’lerde Kamuran Bedirhan’a yazdığı bir mektupta kaleme almış olduğu şu satırlar son derece önemlidir: “Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor.”
Bunlar tabii hayatının hiçbir döneminde Kürtlere yapılan baskı için fikirlerini açık açık ortaya koymayan bir şair için çok iddialı bir laf. Hele hele Türkiye’de yasaklı her şeyi söyleyip, iş Kürtlere gelince oto-sansür yapan biri için.
Bahsettiğimiz otosansür “Karayılan Hikayesi”nde geçmektedir. Kuvay-ı Milliyet Destanı eserinin bu bölümünde Nazım Hikmet “Vurun Kürt uşağı namus günüdür” mısrasını “Vurun ha yiğitler namus günüdür” diye değiştirecek ve bunun gerekçesi olarak türkünün orijinal mısrasının yasaklı olmasını öne sürecektir.
Nazım’ı bu konuda anlamak zordur. Başka birçok konuda olduğu gibi.
Hoş Nazım ayarındaki birçok şair ve yazarın da hayatlarının belirli dönemlerinde dünya sorunlarına karşı aldığı tutumlar tartışma konusudur.
Misal Ermeni soykırımı, ülkenin İttihat Terakki geçmişiyle hesaplaşması konusunda Nazım’ın ağzını neredeyse bıçak açmadı. Memleketimden İnsan Manzaraları'nda bir “Ermenilerin kesilmesi” gibi bir laf etti. Ve yine ömrünün son dönemlerinde kullandığı bazı ifadeler, o kadar.
Nazım’ın verdiği eserlere bakarsanız Dersim diye bir felaket hiç yaşanmadı. Zilan’da kan çiçekleri açmadı. Nasturiler Hakkari dağlarında boğazlanmadı.
Bu sadece Nazım’la alakalı değildi. Başta da belirttiğim gibi Türkiye komünist hareketinin Türk ulusalcılığıyla paralel gelişimi Türkiye solunun Kürt sorununa karşı bakış açısını çok ciddi bir şekilde etkilemiştir. Ulusalcı, Anadolu'nun çok kültürlü yapısını tanımayan politikalar Nazım’ın düşünce yapısına damgasını vurmuştur.
Bu yazıdan Nazım’ın kötü biri olduğunu çıkarmasın kimse. Nazım bir kere, ama sadece bir kere Dersim toprağına ayak bassaydı, Kürt coğrafyasının acılarına tanıklık etseydi bana göre dünyanın en büyük şairi Kürtlere karşı duruşu bambaşka olurdu. Talihsizlik odur ki Nazım’ın gördüğü dünyanın Kürt coğrafyasıyla hiçbir ilgisi yoktu. Kürtlerin de büyük bir bölümünün dünyayla ilgisi yoktu.
En büyük şansızlık Nazım’ın Anadolu’yu, Kürtleri İstanbul’daki ve cezaevindeki yansımalarıyla tanımış olmasıdır.
Yazık ki tanımadı. Yazı ki Nazım’ın Kürt coğrafyasıyla tanışmışlığı olmadı.
Ve ne yazık ki Nazım Kürtlere yapılan tarihsel haksızlığa sadece yaşamının son yıllarında kısaca şöyle değindi: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idareciler ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin tanımayı vaad ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı, hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını inkara kadar götürdü. Bu devir Türk idarecilerin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlamadı devridir. Bu inkarla bu uzlaşmanın aynı devirde başgöstermesi sadece bir rastlantı değildir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkarda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklara tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.”
Belki de Nazım’ın büyük insanlık kavgasının yanında Kürtlerin davası küçük kalıyordu.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen