Samstag, 5. November 2011

Adalet istenmez kazanılır

Haksızlığa uğrayanın sesini duyuramamasının ızdırabı öfkesi kadar büyüktür. Mazlumların sesine kulak tıkamanın, onları görmezden gelmenin, adaleti güç dengelerinin terazisinde sağlamanın suçunun büyük olduğu gibi. 
1942 yılında Alman ordusuna katılmış bir grup Polonyalı Smolensk yakınlarındaki Katyn Ormanında her biri kafalarının arkasına tek kurşun sıkılarak öldürülmüş insanların cesetleri bulmuştu. Cesetler dediysek üç beş değil tam 4 bin 500 ceset. O tarihten iki yıl önce Sovyetlerin Polonya’da tutukladığı asker, polis, idari yetkililere ait olan bu cesetleri toplamak neredeyse 1 ay sürmüştü.
Nazi Almanyası infazlardan Sovyetler Birliği’ni sorumlu tuttu. Sovyetler ise cesetlerin 1941 yılında Almanya tarafından bölgede yol yapımı için çalıştırılan Polonyalı esirlere ait olduğunu iddia etti. Bir uluslararası soruşturma açılmak istendi ama savaş ortamında başarılı olunamadı.  Savaştan sonra Dachau, Auschwitz gibi kamplarda görülen korkunç manzaralar uluslararası kamuoyunu katliamdan Nazilerin sorumlu olduğuna ikna etmişti. Nürnberg mahkemelerinde de Katyn katliamından Nazi Almanyası sorumlu tutularak Sovyet tezleri tekrarlandı. Sürgündeki Polonya hükümetinin tüm çırpınmalarına rağmen hiçbir Batılı ülke Sovyet tezlerine karşı koymadı. 
Yıllar boyunca küçücük bir azınlık Katyn katliamının araştırılması için uğraştı ama başarılı olamadılar. Ta ki 1989 yılında Sovyetler Birliği olaydan tam 49 yıl sonra gerçeği açıklayana kadar.  Gerçek göründüğünden de çarpıcıydı. Katyn Ormanlarında 15 bin Polonyalı kafalarına sıkılan tek kurşunla öldürülmüştü. 10 bin 500’ünün cesetleri hiçbir zaman bulunamadı. 
Belki modern zamanlarda benzer binlerce örnek varken Sovyetlerden örnekleme yapmamıza kızanlar vardır. Ama Katyn katliamı tüm dünyanın, katliama uğrayanları, tarihsel bir haksızlığa uğrayan ve mağdur olan yakınlarını elbirliğiyle görmezden geldiği nadir olaylardan biridir.
Yakın tarihimizle de sabittir ki mağduriyeti yaşamamış kitleler böyle irite edici “detaylarla” pek ilgilenmez. 
Misal hep bize İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi Soykırımından Alman halkının haberi olmadığı, toplama kamplarında neler olup bittiğini bilmediği anlatılır. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. 
Almanya’da ilk toplama kampları 1933’de kurulmuştu ve hiçbirinin varlığı da gizli tutulmuyordu. Toplama kamplarında sivil işçiler de çalışıyor ve çevredeki Alman şehirlerinden kampların ihtiyaçları karşılanıyordu. Bu kamplardaki itaatsizlik suçlarının çoğunun cezası idamdı. Bu infazlar gizli kapaklı da yapılmıyordu. 
Ölüm kampları konusunda ise kamuoyunda sınırlı bir bilgi olduğunu söyleyebiliriz. Ama soykırım kesinlikle sadece üç beş Nazi üst düzey yetkilinin bildiği bir şey değildi. Herhalde kimse Alman bankalarının kilolarca diş dolgusu altının nerden geldiğini sormadığını, ya da ölüm gazı üreten ve bunu kamplara kadar götüren firmaların gazların ne için kullanıldığını bilmediğini iddia edemez. Almanlar Yahudi komşularının SS subayları tarafından doğuya tatile gönderildiğini düşünmüyordu herhalde. 
Tarihçilere göre izole kırsal kesimlerde yaşayan Almanların bir kısmının toplama kamplarında neler olup bittiğini bilmemesi mümkün. Ama Almanların büyük çoğunluğu çeşitli şekillerde söylence şeklinde de olsa kamplarda neler yaşandığından haberdardı.  Gelin görün ki toplum önemli oranda Nazi propagandası ile zehirlenmişti. Bu yüzden en göz önündeki gerçekler dahi insanlara çok uzaktı. Adalet kimsenin umrunda da değildi. 
Bu örnekleri niye veriyoruz? 
Adalet terazisi, insaniyet en göz önündeki en bariz haksızlıklara karşı dahi işlemez böyle bazen. Hususiyetle tüm dünya tarafından bilinen örnekleri seçiyoruz ki anlaşılsın: Adalet istemek bu dünyanın düzeni içerisinde en hafif deyimiyle saflıktır. 
Adalet istenmez adalet kazanılır. Kazanılır kazanılmasına da ne yazık ki güç oranında kazanılır. Uluslararası güç dengesinin dışladığı, önemsiz gördüklerinin adaleti büyük bedel ister.  Kürtlerin hali de derdi de meselesi de budur işte.



(5 Kasım 2011 - Yeni Özgür Politika)

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen