Mittwoch, 13. April 2011

Lice katliamı ve Hüseyin Nesimi Bey

Yahudi Soykırımının önemli bir bölümü Nazi Almanyası’nın en güçlü olduğu, henüz müttefik ülkelere karşı kıta Avrupası’nda hem askeri hem de siyasi olarak çok daha üstün olduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu harekete karşı koymak, ona karşı en ufak bir fiilde bulunmak dahi büyük yürek işiydi. 

Soykırıma karşı direnen yüzlerce Alman -ki önemli bir bölümü bu direnişin bedelini hayatıyla ödemiştir- bugün kendi memleketlerinde anılır. 

Sözünü ettiğimiz Almanların gösterdiği direniş Yahudi Soykırımının kapsamı göz önüne alındığında lafı bile edilecek şeyler değildir aslında. 

Misal Berlin'de bir Katolik papaz olan Bernhard Lichtenberg sadece toplama kamplarına gönderilen Yahudiler için dua etti. Bu duanın sonucunda kendisi de Dachau toplama kampına gönderildi. 

Alman aristokratı Maria von Maltzan kendi kullandığı kamyonla çok sayıda Yahudiyi Berlin'den kaçırıp toplama kamplarından kurtarmaya çalıştı.

Bir başka Alman Otto Weidt ise bir grup Yahudiyi kör ve sağır diye Nazilere yutturdu ve kendi bakımevinde tuttu. 

Buna benzer yüzlerce hikaye… 

Meraklılarına duyurulur; bu hikayelerin bir bölümü bugün Berlin'de Sessiz Kahramanlar Müzesinde sergileniyor. Müzenin bağlı olduğu vakfın işi gücü Yahudilere yardım eden Almanların hikayelerini ortaya çıkarmak. 

Bizim coğrafyamız Ermeni soykırımına-Seyfo'ya tanıklık etmiş bir coğrafya. Önemli bir bölümü Kürdistan'da yaşayan yüzbinlerce Ermeni, Asuri-Keldani, Süryani boğazlandı, kızgın çöllere sürüldü, ölüme mahkum edildi. 

Kürtlerin bir bölümü de bu soykırımın uygulayıcısı oldu. Hatta önemli bir bölümü. 

Bize anlatılan merhamet hikayeleri de güzel oldukları için öldürülmeyen Ermeni kadınlarının ganimet olarak alınmasıyla sınırlıdır. 

Hep derler ya “Benim nenem Ermeni”… 

Kimse de çıkıp sormaz “Yahu niye dedesi Ermeni olan kimse yok” diye. 

Oysa eminim ki Ermenilere yardım eden, soykırıma karşı direnen birçok Kürt de vardır. Ama bunların hikayelerinin pek azını biliyoruz. 

Barack Obama çıkıp 24 Nisan mesajında soykırım sırasında Ermenilere yardım edenlere selam gönderdi ya anca şimdi kıymete bindiler. 

Bizim oralarda soykırıma karşı gelenlerin en ünlüleri Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey'dir. Hani şu Lice yolundaki “Tirba Kaymeqam”a adını veren Hüseyin Nesimi Bey. 

Bu şimdi Seda Sayan'la Tayyip Erdoğan'a jakuzi satmakla övünen Fatinoğlu ailesinin dedesi Hüseyin Nesimi Bey. 

Önce Kığı'da kaymakamlık yapmış sonra Lice'ye atanmış. 

Nesimi Bey, Lice'ye atandığı sırada Hamit Bey Diyarbakır Valisiydi. Hamit Bey 1914'te şimdi merkeze bağlı olan Karabaş köyünde 70 kadar Keldani'yi Erzurum'dan izinsiz olarak gelip Diyarbakır'a yerleştikleri gibi saçma bir suçlamayla kurşuna dizdirmişti. Hamit Bey'le İttihatçı müfettiş Naci Bey infazları bizzat izledi sonra öldürülenleri Hıristiyanlara zorla gömdürdü. 

Ancak zalimlikte yeterli bulunmamış olunacak ki Hamit Bey 1915'te görevinden alındı ve yerine Çerkez Reşit Bey geçti. 

Hamit Bey'in Diyarbakır'ı terk ederken kendisine görevden alınmasının nedenini soran bir Keldani papazına “Onu daha sonra öğrenirsiniz” dediği rivayet edilir. 

İstanbul'dan katliam emrini alan Çerkez Reşit Bey kendine hemen bir katliam ekibi kurar. Yasin Ağazade Şevki, Cemil Paşazade Mustafa Bey, Direkçi Tahir Efendi, Veli Bey, Pirinççizade Sıtkı Efendi, Kelle Reco, Kassap Hacı Süleyman gibi isimler Reşit Beyin yanında yer alıyordu. 

Bu Pirinççizade Sıtkı Efendi de bizim Diyarbakırımızın “ünlü” şairi Cahit Sıtkı Tarancı'nın babası oluyor. 

Reşit Bey valilikte topladığı 40 kadar “Bey”e Diyarbakır vilayetindeki tüm Ermenilerin kökünün kazınacağını söyledi. Bunun için de sinsi bir plan yürürlüğe kondu. 

Önce tüm Hıristiyanların silahlarının toplanacağı söylendi. Pek azının evinde silahı vardı. Çoğu zanaatkar, tüccar ya da çiftçiydi. Yüzlerce Hıristiyan akıl almaz işkencelerden geçirildi. 

Sonra yol yapımı için 1500 Hıristiyan işçi ve usta toplandı. Bunlar 1 ay Çaybağı ve Karabağ köylerinde bağlandı ve sonra öldürüldü. Bu köylere götürülmeden önce hepsi Vali Reşit Bey'in huzuruna çıkarıldı ve teker teker tanıtıldılar. 

Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey da tehcir emrini almıştı. Doktor Reşit daha öncesinden bölgedeki beylerle anlaşmış ve onlara Hıristiyanların malvarlıklarını vaad etmişti. 

Hüseyin Nesimi Bey tehcir emri geldiği zaman bunu istemeyerek uyguladı. Belki de katı bir şekilde dirense ilçedeki tüm Ermeni ve Keldanilerin öldürüleceğini ve hatta kendisinin de öldürüleceğini biliyordu. Tek isteği Hıristiyanların sağ salim sürgün edilmesiydi. Bunun için önce ilçenin ileri gelenleriyle, ağalarla toplantı yaptı. Kimsenin tehcire uğrayanlara zarar vermemesini istedi. Onlara fazla güvenmemiş olacak ki Diyarbakır'a doğru yola çıkarılan kafileye kendi de muhafızlarıyla bizzat katıldı. 

Ancak olanlar Vali Reşit Beyin kulağına çoktan gitmişti. Vali kendisine şikayete gelen ağalara Hüseyin Nesimi'yi öldürmelerini söyledi. 

O dönem Diyarbakır ile Lice arası 18 saatlik bir yoldu. Kafile Diyarbakır'a yaklaştıkları sırada Karaz köyü (şimdiki Kocaköy) çıkışında saldırıya uğradı. Saldırganlar kaymakamı öldürdü ve yolun hemen kenarına gömdü. Kafilenin geri kalanı işkenceden geçirildi ve büyük bir bölümü katledildi.

Sonra ne mi oldu? Hüseyin Nesimi'nin yerine Lice'ye Enis Bey atandı. İlçede tek bir Hıristiyan dahi bırakmadı. Hepsini öldürdü. En ücra köşelerde saklanan Ermeniler-Keldaniler dahi bulunup çıkartıldı ve öldürüldü. 

Diyarbakır merkezinde kalan ve sürekli Valiye rüşvet veren bir avuç Ermeni ise Başpiskopos Slayman'ın çabalarıyla kurtuldu. Slayman af çıktıktan sonra Vali Reşit Bey'e 1500 gümüş para verdi. Bu rüşvetin ardından Slayman ve yanındakiler Fis köyüne yol yapmaya gönderildi ve senelerce o bölgede tutuldu. 

Hani Kürdistan devrimcilerinin PKK'nin ilk kongresini toplarken gece karanlığında farları sönük bir araçla katettikleri yol var ya. 

İşte o yol soykırımdan kurtulan bir avuç Ermeni tarafından yapıldı. 

En nihayetinde Vali Reşit Bey İstanbul'a döndü. İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat Bleda kendisini ziyaret ettiğinde bir hekim olarak bu kadar insanın katledilmesine nasıl iştirak ettiğini sorduğunu yazar hatıratında. Reşit Bey bu soruya “Türklüğüm hekimliğime galebe çaldı” cevabını vermiş. 

Hüseyin Nesimi'ninki sadece göz önündeki bir hikayedir. Bugün bizim torunları olmaktan gururlanacağımız ve soykırıma uğrayan Ermenilere, Asurilere, Keldanilere, Süryanilere yardım elini uzatan sessiz kahramanların hikayelerini bulmamız gerek. 

Bu hikayeler tarihin en karanlık sayfalarından, en karanlık dönemlerinden birinde insanlığını unutmayanların olduğunu ve bizim en çok onların torunları olduğumuzu gösterecek. 

Bizim de bir “Sessiz Kahramanlar” müzemiz olamaz mı? Asıl adı Hüseyin Cahit olan ve daha sonra babasını ismini alan Cahit Sıtkı'nın müzesinin yanına iyi gider. 


(01 Mayıs 2010 tarihinde ANF'de yayınlanmıştır)

1 Kommentar:

  1. yüreğinize emeğinize sağlık. binlerce kere sağolun yazılarınız için.

    AntwortenLöschen